Niyet
Şol gökleri kaldıranın,
Donatarak dolduranın,
Ol deyince olduranın,
Doksandokuz adı ile…
-Dede Korkut-
Yâr adıyla başlayayım sözüme,
Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım.
Sözü önce söyleyeyim özüme ,
Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım.
-Serdar Tuncer-
Öncelikle yerel haber ve yerel kültürümüzü ön plana çıkaran bu yayın organının başta Yahyalımız olmak üzere siteyi ziyaret eden herkes için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Değerli arkadaşım Tolga Koyuncu’yu bu girişiminden dolayı tebrik ediyorum. Memleketimizle ilgili bu tip çalışmalara hem fikri anlamda hem misyon ve vizyon anlamında hem de kendi ilgi alanımız anlamında her zaman katkıda bulunulması ve bu tip çalışmaların daha da geliştirilerek artırılması konusunda gayretli olmamız gerektiğini belirtiyor, herkese de tavsiye ediyorum. Hayırlı niyet taşıyan işlere başlamakla kalmayıp, samimiyet ve gayretle devamının getirilmesi temennisiyle…
Değerli gönül dostları,
Az önce niyet demişken aslında hayatımızın her alanını kuşatan, yaptığımız tüm işlere yön veren bir kavrama değinmiş olduk. Zaten bizim kültürel yapımıza çok iyi yerleşmiş bir kavramdır bu. Bizim inancımızda ameller niyetler göredir. Birisi bir hata yaptığında veya birisi konuşurken bir cümleyi yanlış manada söylediğinde önce o kişinin niyetini ölçeriz. Kötü niyetli olmadığına kanaat getirmişsek “Kötü niyetle yapmadı. Olur böyle şeyler” deriz. Hem sarsılmaz adaletimizi hem de insana değer verme konusundaki ince hassasiyetlerimizi gösterir bunlar. İnsanlar gözgöze geldiğinde birbirinin niyetini anlayabilme içgüdüsüyle yaratılmıştır. Samimi olan, ihlaslı olan, dürüstlüğü kendine şiar edinen, insan-ı kâmil olma yolunda hızla ilerleyen şahıslar, karşısındaki insanın niyetini çok daha iyi analiz ederler. Karşısındakinin bakışlarıyla ne demek istediğini anlar, kendi söylemek istediğini karşısındakine bakışlarıyla aktarırlar. Bu durum aile bağı ve dostluk bağı bulunan insanlar arasında da mümkündür. Çünkü burada da bir samimiyet söz konususdur. Ama ne yazık ki yapılan araştırmalar artık insanların eskiden olduğu gibi gözleriyle hatta mimikleriyle bile anlaşamadığını gösteriyor. Ve araştırmalar ortalama dost sayısının üçten ikiye indiğini gösteriyor. Sebebi insanlar arasında iletişim kopukluğu, güvensizlik ve pozitif enerjimizi kaybetmeye başlamış olmamız. Bu tür durumlar hem sağlıksal problemlere yol açtığı gibi hem de manevi hastalıklara neden olmaktadır. Bunun da sebebi yaşadığımız hayatın giderek fıtratımıza ters düşmeye başlaması ve yaratılış sebebimize uygun yaşamamaktır.
Çağımızın problemlerinden birisi yalnızlıktır. Ya kişi olarak yalnız kalma ya da arkadaşlarımızın arasında, kalabalıkların içinde kendimizi yalnız hissetme. Sosyal medyada, şiirlerde, şarkılarda insanların en çok dem vurduğu şeylerden birisi, yalnızlık. Bütün bunların nedeni galiba içimizde, fıtratımızda olan insanla dışımıza yansıyan insanın bir olmaması. Niyetlerimizi ruhumuzun derinliğinde vicdan terazisinde tarttıktan sonra gönül süzgecinden geçirerek değil doğrudan nefsin isteklerine göre belirlememiz. Davranışlarımızı yaratılış gayemizin değil çevre şartlarının ve insanların ne diyeceğinin belirlemesi.
Stres, depresyon, cinnet ve daha birçok sıkıntı batı toplumunda bizden daha fazla. Bizim de çalışma, gelişme, üretme, disiplin gibi konular yerine kültürel konularda giderek batı toplumuna benzememizle birlikte giderek bu tür problemlerimizin artması da dikkate değer bir durumdur. Yani biz ne kadar kafa yapısı ve kültürel olarak batı toplumuna özenip onlar gibi yaşamaya başlarsak, bu sefer sıkıntılarımız ve problemlerimiz de batılı olmaya başlıyor. Biz çalışma performansı konusunda, hayatımızı disiplin altına alma konusunda, üretme ve geliştirme konusunda batı gibi hatta onlardan daha iyi olmayalım demiyoruz. Tabi ki olalım. Ama onların kültürel yapısını ve ahlakını benimsemek zorunda hissetmeyelim kendimizi. Sapla samanı karıştırmayalım.
Son yıllarda yapılan araştırmaların bir sonucu da toplumların giderek kültürlerini kaybetmeye başlamış olması ve bütün dünyada insanların farklılıklarını kaybederek tep tip haline dönüşmeye başlamasıdır. Uzmanlar bu durumun sonucunda; yemekten giyim kuşama, konuşma tarzından kişiliğe, aile münasebetlerinden toplumsal yapıya kadar dünyadaki bütün kültürlerin yok olacağını, daha sonra toplum yapısının yok olacağını, en sonunda iletişim ve ulaşım imkanlarının müthiş bir şekilde artmasıyla bütün dünyanın tek bir ülke haline dönüşeceğini, insanların da karakterlerini ve farklılıklarını kaybederek tek tip haline dönüşeceklerini belirtiyorlar. Bu da en çok, insanları maddi yönden sömüren, manevi yönden öldürenlerin işine gelecektir elbette. Bu durumda eğer biz kendi karakter yapımızın bozulmasına izin vermezsek; birileri tarafından sömürülmek, birilerine köle olmak şöyle dursun, tüm dünyanın karakterini kaybettiği bir ortamda yeniden dünyaya hükmeden, insanlığın huzur ve selamete kavuşmasına vesile olan bir millet oluruz. Mevcut dünya düzenine ve ondan faydalananlara değil yalnız Hakk’a kul oluruz. Ne diyor büyüklerimiz: “Hürriyet Allah’a esaretin ta kendisidir.” Toplum olarak Hakk’a teslim olmanın yolu da önce birey olarak Hakk’a teslim olmaktan geçer. Hz. Muhammed (SAV) İslamiyet’i önce kendisi benimseyip uygulamaya başlamış, sonra ailesine sonra çevresine sonra yaşadığı topluma sonra da diğer milletlere yaymıştıır. Bizim de insandan başlayarak topluma yayılan ve topluma yayılmış olmasıyla yine insanları esir alan kısır döngünün bitmesi için önce kendimize bir düzen vermemiz gerekir. Efendimiz(SAV): “Herkes kendi kapısının önünü temizlerse, dünya temizlenir” buyurmuştur. Kendimize verilmesi gereken düzen de kendimizin merkezi, aynı zamanda maddi ve manevi hastalıkların merkezi olan kalpte başlamalıdır.Bizden başlayarak topluma yansıyıp tekrar bizim üzerimize çöken baskılardan kurtulmakta fayda var. Toplumun bizim üzerimizdeki en büyük olumsuz baskısı, aslında bizim kendi oluşturduğumuz “El alem ne der” korkusudur. Maide Suresi 54.ayetinde “Onlar Allah yolunda mücadele eder ve kınayanların kınamasına aldırış etmezler” buyruluyor. Önemli olan bizim için kriter olmayan, yaşantısıyla, duruşuyla kendisine gıpta edilmeyen insanların ne yaptığı ve ne söylediği değildir. Önemli olan insanın birşeyi vicdan terasinde tartıp gönül süzgecinden geçirdiği zaman doğru olup olmamasıdır. Niyet birilerinin bizim hakkımızda düşüneceği şey için değil yalnız ve yalnız Allah rızası için olmalıdır. Çünkü bu, bizim dünyaya geliş amacımızdır. Yaratılış gayemizdir. Bu gayeye uygun yaşayan bir insan hayatında bütün eylemlerini Allah rızası için belirleyeceğinden, bütün günü bütün hayatı onun için bir ibadet şuuru içerisinde geçecektir.
Düşündüğümüz zaman aslında bütün gününü ibadet niyetiyle ve şuuruyla geçiren bir insan, ibadet esnasında kötü işlere imza atması pek mümkün olmaz. Bu elbette topluma da yansır. Yaşantısını cemaat halinde ibadete dönüştürmüş bir toplumda sahtekarlık ve riyakarlık olmaz, yalakalık ve haksızlık olmaz, gıybet ve iftira olmaz, kapkaç ve soygun olmaz, vatanına milletine ihanet olmaz, vatanını milletini savunduğu için hiçbir arkadaşımızın canına kıyılmaz, hele hele kız kardeşlerimize karşı tecavüz ve cinayet hiç olmaz…
İbrahim(AS)’ın ateşine su taşıyan karınca misali, “Umutsuzluk müslümana haram, türke yasak”düsturunu kendimize şiar edinerek, gücümüz yetse de yetmesede toplumsal sorunlarımızı önce kendimizden başlayarak düzeltmeye çalışmak, safımızı, niyetmizi ve davranışlarımızı doğru olandan yana seçmek temennisiyle, Allah’a emanet olun…