Duy’arsızlaşma
Günümüzdeki yaşam biçimimize baktığımızda pek çok konu üzerinde duyarsızlaştığımızı açık yüreklilikle söyleyebiliriz. Hatta arsızlaştık. Okumada, ibadetlerde, doğaya karşı, ahlaki olarak, siyasi olarak vs birçok alanda özümüzü kaybettik. Göstermelik ibadet yapan insanlardan mı bahsedersiniz, bir genç kızın ırzına geçip öldürdükten sonra yakanlardan mı, “parkımızdaki ağaçları kestirmeyiz” diye olaylar çıkarıp yılbaşı için çam ağacı kesenleri mi?… Bunlar arasında -belki de Türkçe Öğretmenliği okuyan bir öğrenci olduğumdan ötürü üzerinde söz hakkım olduğunu düşündüğüm için bu konuya özellikle değiniyorum- beni en çok rahatsız eden şeylerden biri de; “okumaya karşı duyarsızlaşma.”
Yalnız, bahsettiğim okuma; tweet okuma, facebook bildirimlerini okumak ya da whatsapp’tan gelen mesajları okumak değil. Sakın yanlış anlamayınız. Eğer bunu baz alırsak, elinden telefon düşmeyen bir nesil olarak zaten okuma oranımızın oldukça yüksek olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Fakat kastettiğim şey bu değil…
Kulağa bir masal gibi gelebilir ama bir zamanlar insanlar kitaplara çok paralar verirlerdi, eskiden kitaplar kıymetliydi. Şimdilerde İstanbul Fatih’te Millet Kütüphanesi’nin bir bölümüne adını veren Ali Emiri Efendi’nin vakti zamanında bulmuş olduğu “Divan-ı Lügatit Türk Nüshası” için kazandığı tüm para 15 lira iken borç alıp 30 lira saydığını, üzerine bir de sahafa 3 lira bahşiş verdiğini biliyor muydunuz? Bu zamanda bir kitaba para vermek şöyle dursun yakında kitabın varlığını unutacak bir nesil yetişip geliyor. Aşk-ı Memnu’nun dizisinin pek moda olduğu zamanlar “Aşk-ı Memnu’nun kitabı çıkmış duydunuz mu?” diyen bir gençlikle karşı karşıyayız. Genel okuma oranına bakıldığında ülkemizde her beş kişiye bir kitap düşüyor. Sonuç gerçekten içler acısı. Ülkemizde kitaba hiç mi hiç değer verilmiyor. Artık ceplerimize kolaylıkla sığan mekanik aletler, bilgi taşıyıcısı kitaplarımızdan bile daha değerli. Mekanikleşiyoruz. Öyle ya, genç yazarlarımızdan birinin dediği gibi; pırlantadan alınmayan verginin, kitaptan alınan bir ülkede yaşamaktayız.
Bunda biraz teknolojik gelişmelerin hızının, biraz da toplumun suçu var. Teknoloji elbette kullanılmalı. Hayatı bizim için kolaylaştırdığı yadsınamaz bir gerçek. Fakat işi abartıp suyunu çıkarmak bizim toplumun hamurunda var. Öyle ki önümüze bakamayacak kadar çok kullanıyoruz teknolojiyi. Tembeliz çünkü. Kolayı varken zoru seçmiyoruz. Eğitim sistemi de çocukları buna yöneltiyor.
Önemli olan çocuklarımızı istediğimiz forma sokmak ya da eğitim sistemini besleyecek ve ileride kendisi de sistemden beslenecek genç beyinlerin o sisteme entegrasyonunu sağlamak değildir. Çocuklarımızı çerçevesi çoktan çizilmiş sıradan erişkin hayatımıza dahil etmek yerine onlara sonsuz bir okuma evreni ve yeni dünyaların kapılarını aralamalıyız. Bu da ancak okumakla olur. Kitap okumak ve okutmak…
Tam bu noktada en büyük görev yetişkinlere ve öğretmenlere düşüyor.. Bir öğretmen adayı olarak ben bu sorumluluğun ağırlığını sırtımda hissediyorum. Okuma alışkanlığının kazandırmanın temelleri erken çocukluk döneminde atılır. Erken dönemden başlayarak çocukların duyu algılarını ve öğrenme isteğini uyaran duygu ve düşüncelerini harekete geçiren, düş dünyalarına seslenen yapıtların “bilhassa Türk klasikleri” okutulması bence oldukça önemlidir.
Oysa biz ne yapıyoruz?
“Aa Ayşe hanımın küçük oğlana bak! Maşallah ne de güzel tablet kullanıyor!”
“Gadanı alırım senin! Şunun mouse tutuşuna bak. Bilgisayarları bu minikler bizden evvel çözdüler ayol! Şimdiki nesil çok zeki.”
“Biz küçükken bir şeyimiz yoktu, çamurla oynardık, şimdikiler çok şanslı, akıllı telefonla doğuyorlar.”
Asıl şanssız olan yeni nesil. Her şeyi onların ayağına getirerek nasıl bir tehlikenin içine düştüğünüzün farkında mısınız? Çamurla oynadığı için kendini geri kalmış hisseden, mouse u güzel tuttu diye sevinen halkımız,insanlarımız… Acaba farkındalar mı, ya da biliyorlar mıdır, Silikon Vadisi Yöneticilerinin çocukları neden teknoloji girmeyen bir okula gidiyor? Neden akıllı tahtalarla bezenmiş, son teknoloji bir okulda okutmak yerine; kara tahta, bir parça çamur ve karton materyallerin kullanıldığı bir eğitim merkezini tercih ediyorlar? Elbette ki cevap hayal gücü. Çocukların hayal gücü, gökyüzü gibidir. Nereden başlayıp nerede bittiğini bilemezsiniz. Önemli olan bu hayal gücünü geliştirmek ve çocukları sürekli çalışan bir beyinleri olduğuna ikna etmek. Beyin öyle mükemmel bir varlıktır ki, içinde bir dünya taşır. İşte dünyayı böyle muhteşem beyinler geliştirecektir.
Okumanın alışkanlığa dönüşmesi, çocuğun kendini ve toplumu tanıması, yaşama, içinde bulunduğu sosyal çevreye uyum sağlaması açısından önemlidir. Ayrıca çocuğun yaşam boyu öğrenme becerisi kazanması da bu okuma alışkanlığına bağlıdır. Her şeyi sosyal medyadan takip eden ve her yazılana inanan, araştırmayan bir insan; ileride içinde bulunduğu memleketi nasıl olur da muasır medeniyetler seviyesine ulaştırabilir?
Toplumumuzun kitap okuma konusunda çok büyük bir yarası olduğu kanısındayım ve kan kaybediyoruz. Ancak bu durum hala değişebilir. Henüz hiçbir şey için geç değil.
Kütüphaneler artırılabilir örneğin, okuma günleri tertip edilebilir. En basitinden yetişkinler kitap okuyarak, çocuklara model olabilir. Bu yara kapanabilir.
Şüphesiz kitap okumak hepimize iyi gelecek, onun için en azından haftada bir doz almakta fayda var. Siz de okuyun. Şifa niyetine!
yüreğine sağlık abla